OSMAN CEMAL KAYGILI – Eski bir tüfek meselesi

Osman Cemal Kaygılı (1890-1945) artık çoktan tarihe karışan eski İstanbul’un kenar mahallelerini, serserilerini, bıçkınlarını, batakhanelerini kendine has mizah dili ile aktaran büyük bir üstadımızdır. Cumhuriyet’in ilanından önce,  Mahmut Şevket Paşa suikastı ile ilgili görülerek muhaliflerle birlikte Sinop’a sürgün edilmiştir. Cumhuriyet döneminde ise İmam Hatip mektebinde, Fener Kız Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştır. Bazı yazılarında Anber takma adını kullanmış ve dönemin “Eşek” gibi mizah dergilerinde çeşitli yazıları, denemeleri yayınlanmıştır. Roman ve öykülerinin yanında İstanbul’un eski semai (gösteri yapılan) kahvelerini anlattığı araştırmaları da bulunur.

Aşağıda bir öyküsüne yer verilmiştir.

osman-cemal-kaygili ESKİ BİR TÜFEK MESELESİ

Vak’a bundan on sene evvel (?) Ceza Mahkemelerinin birinde cereyan eder.
Kırda uyuklayan bir avcının tüfeğini almak meselesinden dolayı Arnavut Ramazan’ı sanık olarak mahkemeye çağırırlar. Ramazan o gün düşüne düşüne mahkemeye giderken yolda ahbaplarından Balatlı Mişon’a rastgelir. Mişon sorar:

– Ne o Ramazan Ağa? Buyun birazcık kederli yoruyorum, ne var? Bu akşam senin patlican tarlasina inekler mi yirdi?
– İnek deyıl ya, efenduma suyliyeyim, isterse manda cirsin; o cihetten şimdi benim hâşâ sünnet hâşâ omurumda deyıl!.. Düşundukümün esbabisi şu ki, efendım, beni bucün celeble (celble) beraber mahkemeden ıstıyorlar…
– Angisi celeblen? Hani ya bir tane var, kirmizi kuşakli … onunla mi?
– Yoook bre kuzum oyle celeb! Bu, kââttan (kağıttan) celeb! Kââttan…
– Kıyattan mı? Kıyattan celeb olur mi be? Kukla mi bu, yoksam karayoz mi?
– Cozi filân yook bunun mori! Bu kââttan, soyledik ya sana … (Kuşağının arasından mahkeme celbini çıkartıp Mişon’a uzatarak) nah, işte bu celeb!
– (Mişon gülerek) Amma yaptın be Ramazan Ağa, hay dilini eşek arısı soksun, buna celp derler celp … her ne ise! Niçin istoorlar seni mahkemeden?
– Efendim, içeru da yazar çi, işbu mahi şerifin onuncusu cuni, bir avcının tüfencini çalmak maddesinden dolayı bizi sorguya çekeceklermiş…
– Vay anasını be!.. Mesele muhim, desene ki sirkat işi bu.
– Yok bre kız kardaş, avcının çendisinin tüfenci …
– Anlaşıldı; şimdi ne yapacaksıın? Herifin şahidi var mi?
– Onun var şahidi ama, benim yok ki soylesin o tüfek benimdir!
– (Mişon ellerini oğuşturup gülerek) Vah zavallı Ramazan Ağa vah! Demek senin şahitleri yok ha? Ben yelib sana şahitlik yapsam ulur mi?
– Niçin olmasın? Sen Allayın kulu deyıl misın?
– E, Ramazan Ağa, şayet ki ben yelip de soylesem ki bu tufek senin malındır, bana ne verirsin?
– Sana efendıma suyleyim, âcizâne tarafindan yuz tâne bamiya, içi oka domâtez, bir demet de soğan ihsan ederım.
– Oh maşalla, maşalla! Malin kadar sakatın (zekatın) artsin be!
– Az mi bunlar bre?! Hayda bir baş da sarmusak olsun!
– Sarmusak için hiç zahmet etme! Çünkim benim karisi sarmusak kokusunu duyunca uç yillık yere kaçar!
– Hayda bre sen de! O bizim sarmusaklara cure deyil… Bizim herhancısı sarmusaklar kokar vallayi mis cibi!
– Onun kokusu da senin olsun, episi de … Şindi uzun lafi bırak! Ben yelüp sana şayitlik edersem bana uç yüfe da sakiz kabayi verir misin?
– Çûş mori!
– Dur be, acele etme, daha yelup yüfeleri yüklenmedik ki, çuş söyliyorsun! Şindi bana bak, sonunda biz nasil olsa kavga yapmayiz… İşte yeliyorum seninle beraber şayitliğe … Soyleyeceyim ki bu tufenk bizim Ramazan Ağa’nın yendi malidir.
– Ha mori yaşa vallayi … Haydi oyle ise işkopor para tido başk mahceme!
Ve ikisi beraber mahkemenin yolunu tutarlar…

cingeneler

O gün Ramazan’ın muhakemesinden evvel tavuk sirkatiyle maznun birinin muhakemesi icra ediliyordu. Maznun, bu tavuğun kendisine ait olduğunu iddia ettikten sonra, gösterdiği şahitlerden biri de:
– Evet! dedi, Reis Beyefendi, tavuk bu adamındır. Hattâ ben altı ay evvel bu tavuğu maznunun evinde civciv olarak görmüştüm. Bilâhare büyüdü, tavuk oldu.
Şahidin bu ifadesi üzerine mahkeme, merkumun beraetine karar verdi ve sıra Ramazan Ağa’nın muhakemesine geldi. O dahi tüfeğin kendisine ait olduğunu iddia etti ve işte bir de şahidim var, diye Mişon’u gösterdi. Mahkeme, Mişon’u cağırıp sordu:
– Bu tüfek kimindir?
– Derim, rabbenâ hâkkiçün Ramazan Ağanindir!
– Ne biliyorsun?
Yahudi biraz şaşaladı, sonra birden aklına deminki tavuk meselesindeki şahit gelince:
– Biliyorum efendim, dedi. Hattâ yeçen sene bu tüfek henüz tabancaydı, sonradan büyüdü tüfek oldu!
Dinleyenler gülmekten katılırlar ve heyeti hâkime, birbirlerinin yüzlerine bakışırlarken, Ramazan Ağa ilâve etti:
– Evet haçim efendi hazretleri, bilseniz, ben oni büyütüp de bu hale cetirinces kadar ne çektim? Ama hayırsız çıktı vesselâm… Bu yaştan sonra beni muhaçemelerde süründürüyor…

***

aygir-fatma

Sirkat: hırsızlık, maznun: sanık, merkum: adı geçen, az önce anılan; celeb: meşhur, herkesce tanınan

Kaynak: Dünkü mizahımızdan yazı ve çizgiler, Hürriyet Gazetesi yayınları, 1965

Bu yazı Unutulan kalemler içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın